Anoreksiya Nervoza
Modern yaşamın hızlanması, sosyal medyada beden algısının değişmesi ve estetik kaygıların artmasıyla birlikte, yeme bozuklukları günümüzde önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. Özellikle genç bireyler arasında “ideal beden” anlayışı, sağlıklı olmaktan çok “zayıf” olmakla özdeşleşmiştir. Bu durum bireyleri sağlıksız yeme davranışlarına, aşırı kısıtlama ya da kontrolsüz tüketime yönlendirebilir. Yeme bozuklukları yalnızca fiziksel sağlığı değil, kişinin psikolojik ve sosyal işlevselliğini de ciddi biçimde etkileyen çok boyutlu sorunlardır.
Bu süreçte bireylerin yalnızca ne yediklerine değil, yemekle olan ilişkilerine ve duygusal açlıklarına da dikkat edilmesi çok daha önemlidir. Çünkü yeme bozuklukları çoğu zaman sadece açlıkla ilgili değil; kaygı, kontrol, özgüven eksikliği ve travmalarla da ilişkilidir.
Anoreksiya Nervoza
Anoreksiya nervoza, bireyin kilo alma korkusuyla neredeyse tüm besin alımını sınırladığı, beden algısının ciddi şekilde bozulduğu bir yeme bozukluğudur. Bu rahatsızlığa sahip kişiler genellikle kendilerini şişman olarak algılarlar, vücut ağırlıkları normalin çok altına inse bile bu algıları değişmez. Kalori alımı minimum düzeye düşer; birey genellikle yağsız, düşük kalorili besinlerle beslenir ya da uzun süre hiçbir şey yemez. Aynı zamanda yoğun egzersiz yapma, diüretik ya da laksatif kullanımı gibi kilo kontrolüne yönelik davranışlar da görülebilir.
Fizyolojik etkileri ise oldukça ciddidir: adet döngüsünün bozulması (amenore), saç dökülmesi, cilt kuruluğu, hipotansiyon, kalp ritim bozuklukları, kemik mineral yoğunluğunun azalması (osteopeni, osteoporoz) ve bağışıklık sisteminin zayıflaması sık karşılaşılan durumlardır. Uzun vadede organ yetmezliği riski bile doğurabilir.
Beslenme planlamasında, bireyin açlık korkusu göz önünde bulundurularak çok yavaş ilerleyen bir enerji artışı hedeflenir. Öncelikli amaç kilo alımından çok, temel metabolik sistemlerin yeniden çalışması ve eksik mikrobesinlerin yerine konmasıdır. Öğün sıklığı artırılır, porsiyonlar bireyin psikolojik sınırlarını zorlamadan planlanır. Süreç boyunca psikolojik destek şarttır.
Bulimia Nervoza
Bulimia nervoza, sık sık tıkınırcasına yeme ataklarının ardından kusma, müshil kullanma, aşırı egzersiz yapma gibi telafi edici davranışların gözlendiği bir bozukluktur. Genellikle bu bireyler dışarıdan bakıldığında normal kilolu hatta sportif bir yapıya sahip olabilir, bu nedenle bozukluk uzun süre fark edilmeyebilir. Ancak psikolojik olarak birey kendini sürekli kontrolsüz, suçlu ve yetersiz hisseder.
Yeme atakları genellikle gizli şekilde gerçekleşir ve birey birkaç dakikada çok büyük miktarda yiyecek tüketir. Bu ataklardan sonra gelişen suçluluk hissi telafi davranışlarını doğurur. Uzun vadede bu döngü; elektrolit dengesizlikleri, mide-bağırsak sorunları, boğaz tahrişi, reflü, diş minesinde erozyon ve yorgunluk gibi çok sayıda sağlık sorununa neden olur.
Diyetisyen olarak bulimia sürecinde ilk hedef, öğün düzenini sağlamak ve bireyin kan şekeri dengesini koruyacak yapıda beslenmesini sağlamaktır. Uzun süreli açlıklar tıkınırcasına yemeyi tetikleyebileceğinden, sık ve dengeli öğünler uygulanmalıdır. Kişinin yeme davranışlarını kaydetmesi, atakları tetikleyen duygusal faktörlerin farkına varması için yeme günlüğü tutması önerilir. Bu bozukluğun tedavisi psikoterapiyle birlikte yürütülmelidir.
Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu
Tıkınırcasına yeme bozukluğu (Binge Eating Disorder), kişinin kısa sürede aşırı miktarda yiyecek tüketmesiyle karakterize edilir, ancak bulimiyadan farklı olarak sonrasında kusma ya da başka bir telafi davranışı görülmez. Bu durum bireyin hızlı kilo almasına, obeziteye, insülin direnci, hiperlipidemi, hipertansiyon gibi metabolik sorunlara zemin hazırlar. Ancak bozukluğun asıl nedeni fiziksel açlıktan çok, duygusal boşluk, stres, anksiyete veya bastırılmış öfke olabilir.
Yeme atakları genellikle yalnızken gerçekleşir ve birey sonrasında yoğun bir pişmanlık, suçluluk ve utanç hisseder. Bu duygular bir sonraki atağı tetikleyebilir; böylece döngüsel bir süreç başlar.
Terapötik beslenme yaklaşımında amaç, kişinin yeme farkındalığını artırmak, açlık ve tokluk sinyallerini tanımasını sağlamak ve ataklara neden olan duygusal tetikleyicileri belirlemektir. Düzenli ana ve ara öğünlerle günün planlı hale gelmesi, bireyin kontrol hissini yeniden kazanmasına yardımcı olur. Porsiyon kontrolü, besin seçimi, duygusal yeme ile başa çıkma becerileri üzerinde çalışılır. Özellikle stresle baş etme yöntemleri, dikkatli farkındalıkla yeme (mindful eating) bu süreçte oldukça etkilidir.
Yeme Bozukluklarında Diyetisyenlerin Rolü: Yalnızca Ne Yediğiniz Değil, Neden Yediğiniz de Önemlidir
Yeme bozukluklarının yönetimi, yalnızca diyet listeleriyle değil, çok yönlü ve bireysel yaklaşımlarla mümkün olabilir. Diyetisyenler, bireyin yalnızca kalori ihtiyacını değil; yeme davranışlarını, alışkanlıklarını, duygusal tepkilerini ve bedeniyle kurduğu ilişkiyi anlamaya çalışarak hareket eder. Her birey için kişisel, sürdürülebilir ve gerçekçi hedefler belirlenir.
Diyetisyenin görevi, bireyin suçluluk hissetmeden, yargılanmadan, yeniden besinlerle sağlıklı bir bağ kurmasına yardımcı olmaktır. Bu süreçte psikolojik destek, aile desteği ve gerektiğinde medikal müdahalelerle multidisipliner bir ekip çalışması yürütülmelidir. Uzun vadede hedef, yalnızca kilo değişimi değil, sağlıklı bir beden ve sağlıklı bir zihin dengesidir.
Yeme Bozukluğu Yaşayanlara Öneriler
- Öğün atlamayın ve düzensiz yemek yemekten kaçının.
- Açlık ve tokluk sinyallerinize kulak verin.
- Kendinizi tartarak ya da aynada değerlendirerek değil, hislerinize göre ölçün.
- Sosyal medyada beden karşılaştırmalarından uzak durun.
- Yemek yemeyi bir ceza ya da ödül haline getirmekten kaçının.
- Duygularınızı bastırmak yerine ifade etmeyi öğrenin.
- Gerekirse bir diyetisyen ve psikolog desteği alın. Bu bir zayıflık değil, aksine güçlü bir adımdır.
Sonuç
Yeme bozuklukları birer davranış bozukluğu değil, çoğu zaman daha derin duygusal yaraların dışa vurumudur. Anoreksiya, bulimiya ya da tıkınırcasına yeme bozukluğu yaşayan bireyler için bu durum yalnızca yemekle ilgili değil, kontrol, kaygı, özgüven ve kabul edilme ihtiyacıyla yakından ilişkilidir.